24 Ekim 2009 Cumartesi

memleket fablı

Şehirlerin altından koyunları geçireceklermiş, koyunlar her geçisinde şehir sallanacak ve sallanan balkonlarda asılı çamaşırlar yerlere saçılacaklarmış. Memleketi tam bir panik havası saracak ,tüm alacaklılar borçlarını tahsil etmeye , tüm söylenmedik sözler sıkılgan dillerden dökülmeye başlayacakmış. Koyunlar durmadan hızlanacak ve zavallı memleket halkı zelzelelerin en büyüğünü yaşıyor olduklarını sanacaklarmış. Alanlara koca çadırlar kurulup , yorgan-sedirler bahçelere yayılacakmış. Birgün koyunların reisi ueraltından çıkıp kurt edasıyla "BEN ARTIK HEPİNİZİN LİDERİYİM" diyecek ve hükümranlığını ilan edecekmiş. Bunu duyan diğer koyunlar artık yeryüzüne çıkıp koşturabileceklerini düşünecek ve birer birer sokaklara karışmaya başlayacaklarmış. Koyunlar her yerde ve her zamanki hallerinde koşturacaklarmış. Ve lider koyun insan memleketlerinde kurt sıfatını kendine layık görüp kendi gibi koyunlarla bir olup hem insanları kemirmeye hem de inandığı kurt sıfatının ateşlemesiyle yanındaki koyunların etlerini koparmaya başlayacakmış.En sonunda memlekette sadece kendini kurt sanan eli kanlı yaşlı bir koyun kalacakmış..

anlık rahatlık

Gerçek olan birşey yok mu?Bu kadar mı yalnız insanlar ki tatminliği salt dokunuşlarda arıyorlar? Güzel bir öpüşün devamı neden koyu güzelinden uzunundan bir sohbet olamıyor? Hem sevip hem öpemez mi insan? ve öperken de muhakeme yapamaz mı? Muhakemeyi tatlıya bağlayamaz mı? Bağladığını anlatamaz mı? Biraz bekleyemez mi?
Ne güzel yoksa huzurlu evin huzurlu odasında sevebileceğin yürekle bir olmak. Sevebileceğin bedene dokunmak. Ama illa ki kaygı var sonunda, sevebileceğini bile unutturan sessiz kaygı. Sessizliğin kendiis kaygı, kaygının kendisi sessizlik.
İÇİME GİRDİN SEN SEVGİ, YOKMUŞSUN GİBİ DAVRANMAMI BEKLEME BENDEN!

12 Ekim 2009 Pazartesi

bünyesel tepkiler

sessiz sanat atölyesinde, sessiz filmler izleyen, sessiz insan topluluğuna sakin sesiyle sakinleştirici şeyler anlatan akıllı bir kadın şöyle dedi:" mutluluklarımız kabuslarımız olabilir..." bu cümleye ya çok fazla konuşarak ya da susarak tepki verilebilirdi. sustum. içimdeki heyecanlı kadın boynumun sağ tarafından kulağıma uzanıp:"hey,baksana! şişşt sana diyorum! mutluluk kabusa dönüşmeden yakalamak için bu kadar heyecanlanıp aceleye getiriyorum ya herşeyi, anlasana işte. hayır dinleme onu. ya da dinle ama şöyle anla: mutluluğun için heyecanlanmayıp ona ulaşmak için emek vermediğin müddetçe kabustasın,. o haldeyken sen kafana takılıp kalmış bir dolu mutluluk sahnesiyle herkesten çok daha karanlıktasın. sustur şunu!" sağ kulağımı kaşıdım. akıllı kadın önümdeki akıllı adamla konuşmaya başladı . adam film boyunca vodka içip gülen çiftin aslında mutlu olmadıklarını söyleyip "aslında biz onların yalnızlıklarını izledik" dedi. o sırada çakırkeyf kadın midemden yola koyulup yemek borumu kullanarak dilimin üstüne kadar tırmandı:" vodka içip de mutlu olmamak mümkün mü? belkıs? kim bu şapşal allasen?! onu alıp devasa bir votka bardağının en dibine atalım, üstüne en az kendisi kadar iri buzlar boşaltıp mutsuzluklara edevat ettiği, o çok küçümsediği vodkayı boşaltalım. buzların üzerinde kayarak, fasıllar okuyacağından enaz ensesine tokatı yapıştırmayı istediğim kadar eminim. o insanları yalnızlaştıran vodka değil de vodkaya sarılmayı icap ettiren ayıltıcı şeyler olmasın? tekme savur şunun sandalyesine, silkelensin!" yutkundum. araya birilerinin bir zamanlar çekmiş olduğu görüntülerden, kesip doğrayıp birleştirip yeni hikayeler yapmış yine bir zamana ait akıllı beyinlerin filmlerini soktu akıllı kadın. sessiz insan topluluğu sessizce izledi. lambalar tekrar yandığında sağ arkada hafif rahatsız bir kadın sesi yükseldi:" neden kendi sahnelerini yapmamış bu insanlar? ne kadar onların bu görüntüler?!" bunun üzerine beynimden yavaş yavaş inmekte olan en gerçekçi kadınım belirdi gözümün önünde:" belkıs, sorar mısın ona, gün boyunca kaç kez kendi gibi olabiliyor ve kendi sahnelerini sadece kendi iradesiyle yönetip hatta oynayabiliyor? kaç evi sahiplenebildi şimdiye kadar? kaç kokuya benim diyebildi? kaç cümleyi tüm kelimeleriyle kendisi oluşturabildi? bahse girerim; her cümlesinde en az 10 kişinin sesini duyabiliriz. üzerinde de bir o kadar kendine ait olmayan koku. kendi kendini yarattığını sanan insancıklar ne kadar yorucu oluyorlar... daha fazla duramayacağım burada, gidiyorum yerime..." gözlerimi ovuşturdum.

iç-dış

kafamın içini alıp masanın üstüne döktüm ve dizmeye başladım. dizdikçe çoğaldılar, ama kafamın dışında hala yabancılar.
kafamın dışındakileri aldım kafamın içine tıktım, tıktıkça azaldılar ama kafamın içinde ne kadar da zavallılar...

10 Ekim 2009 Cumartesi

kayıp ilanı

dışarıdaki sesleri takip edip desibeli yüksek olana göre hareket etsem yolun sonunda nereye varırdım diye düşünüyorum. önce denize yönelip oradan şehrin içlerine dönerek keskin manevralarla yine yine yine aynı noktaya,rutubetli dar pancar sokağa gelirdim. ne kendimden ne de rutinimden kurtulamıyorum. şuan kendimi kurtulunması gereken sıkıntı verici bir etken olarak görüyorum.
ah ben bir de insancıklardan nasıl da sıkılıyor ve olumsuz enerji alıyorum. zaten az sayıdaki rahatlatıcı olanlarını nasıl da soru işaretlerine dönüştürüyorum hızla. içimdeki iradesiz kadın ;artık sesini kes, artık büyü, artık silkelen, artık elindekinle yetin!
ah bir de dışarıdaki dost adama bir çift söz söylemek gerek. en az içimdeki iradesiz kadın kadar güçsüzsün. bu sen misin yoksa içindekilerden biri mi bilemiyorum ama döv o iradesizi de benim yaptığım gibi.
hissiz bir beden,inançsız bir kalp, kalpsiz bir hayalden ibaret ama rahatlamaya meyilli arada bir kişilik ben. rahatlayalım içimdeki farklı kadınlar,olur mu? hissetmediğimiz kadar da rahatlayalım.
kaybetmek dudaklarda başlıyor,dudaklar değdiğinde dostluklar gümbürtüye mi gidiyor? o zaman en nefret ettiğim organım dudağım olsun. sonra herşeyi göze aldıran, hissiziliğe rağmen devam ettirmek isteyen tenim. ondan da nefret edeyim.
kaybetmek dudakta başlar ve ellerde biter. en son eller dokunur ve bırakır. akabinde derin sessizlik ve kaybedilmesi muhtemel bir koca dostluk kalır.
dostum lütfen beni korkutma. en dostane dostum.

7 Ekim 2009 Çarşamba

3 kadın ,3 an, 3 gereksiz kırılma noktası

çok uzun seneler evvel dünyanın en uzak şehrinin en bilinmeyen kasabasında 3 kadın yaşarmış. bu 3 kadının upuzun koyu kahve saçları, siyaha çalan kahve gözleri ve balık etleri varmış. birbirlerine çok benzerlermiş. hepsi uzun ve gösterişsiz kıyafetler giymeyi sever, asla dikkat çekici renklere bürünmezlermiş. iddiasız sözler söyleyip, münzevi hayatlar yaşarlarmış en az kendileri kadar mütevazı evlerinde... hayattan ufak şeyler bekler, hayatın kendisini bile kendi hayatlarına sokmaz, küçücük dünyalarında yaşar giderlermiş. evleri ,kocaları ve çocukları da sessizmiş.bahçelerindeki hantal köpeklerin havlama seslerini duyanların sayısı pek azmış. kadınlar akşamları aynı saatlerde yemek masasını kurar aynı saatlerde uyurlarmış. zeytinsabunu kokan beyaz,uzun,pazen gecelikleri ve keçe çoraplarını giyer uykuya dalarlarmış. her hafta perşembe geceleri kocalarıyla kısa ve resmi bir şekilde sevişir,5 senede bir doğururlarmış. ellerinde her zaman bir yün çilesi olur, her ay muhakkak bir kazak örerlermiş. evi süpürürken belli belirsiz bir melodi mırıldanıp, yine belli belirsiz gülümserlermiş.

birgün kadınlardan biri aynada kendisini izlerken ne kadar güzel olduğunu farketmiş. önce kaşlarının kavisini beğenmiş, sonra da burnunun kalkıklığını. dudakları da yabana atılır cinsten değilmiş, şekilli ve kendinden emin,pembeye çalan etli dudaklar. kendini ilk defa işte o zaman beğenmiş. ensesinde sıkı sıkı burup tuttturduğu saçlarını yavaşça açmış, saçları omuzlarına döküldükçe hücrelerinin dişiliğini hissetmiş. kendine oracıkta yavaş yavaş bir kadın yaratmış,bu fikre bayılmış. aynanın o gün sihirli olduğunu bile düşünmüş o an. kafasını çevirip başka yöne baktığında sihrin bozulacağını sanmış ve uzun uzun incelemiş görüntüsünü. uzun saçları beline kadar ve yumuşacıkmış.
aynı saatlerde 2. kadın da son yıkadığı tabağı kurularken tabak elinde kaymış ve yere düşmüş. eğilip almaya davrandığında gözüne kuzinenin altında parlayan bir cisim çarpmış. elini uzatıp baktığında bunun zarifçe işlenmiş bir yaka iğnesi olduğunu farketmiş. kime ait olabileceğini düşündüğünde aklına tek kişi gelmiş: o sabah uğrayıp evinin çatısını onarması için kocasına talimatlar yağdıran ifadesiz suratlı,zengin kadın... iğneyi incelemeye koyulmuş, sonra da dayanamayıp sararmış bluzunun yakasına takmış. eski bluzun üzerinde fazlaca sırıtmış olmasına rağmen, pırıldayan yaka iğnesiyle kendisini aynada gördüğünde ister istemez keyiflenip gülümsemiş. gözlerinin de pırlanta kadar parıldadığını görmüş. elini önce iğne üzerindeki kesme pırlanta taşlara, sonra köprücük kemiklerine, oradan zarif uzun boynuna dokundurmuş. kendini elleriyle yeniden şekillendirerek uzun bir zaman aynanın karşısında kalmış.
kasabanın kenar muhitlerinden birindeki 3. kadın, her zamankinden daha sessizmiş o gün.Hesapta olmayan hiçbirşey yaşamamış, hiç bir rutinini atlamamış,yolunda gitmeyen hiçbir durum olmamış. Vakti yaklaşan akşam yemeğiyle ilgilenmek için mutfağa girmiş.Ateşin üzerinde kaynamakta olan günaşırı yaptığı soğan çorbasının tadı o kadar herzamanki gibiymiş ki, bir kaşık aldığında bir öncekinden hiçbir farkı olmayan tat kendisini bile şaşırtmış. kaşığı yavaşça tencerenin yanına bırakırken bu düşünceye takılmış aklı: "kendi kurduğum düzenimin ocağında kendimi eritip kaynatmaktayım ben, ne kadar da aynıyım!" silkelenmiş bir ifadeyle çevresine bakmış, evin her yerini gözleriyle didiklemiş. birgün, bir hafta, bir sene,neredeyse bir asır öncesiyle aynı ev, aynı koku, aynı gölgeler. günün aynı saatinde, aynı duygu-suzluk-lar. aynanın karşısına oturup o da kendisini izlemeye başlamış.kendisine önce o güne ve öncekilere uyanmış olan kadının gözüyle bakmış: "hiç bir aksilik yok". sonra mutfakta bıraktığı düşünceli kadının gözlerini alıp yuvalarına takmış: "ah! düzenime sadıkken bazen o kadar sadık olmuş oluyorum ki, korkuyorum!" o ayna o gün daha bir dolu itirafa şahit olmuş aynı kadından gelen...

3 Ekim 2009 Cumartesi

Var Olmak mı, Yoksa Olmamak mı

Var olmak mı, yoksa olmama mı, bütün sorun bu! /Düşüncemizin katlanması mı güzel, /Zalim kaderin yumruklarına, oklarına, /Yoksa diretip belâ denizlerine karşı /Dur, yeter! demesi mi? /Ölmek, uyumak sadece! /Düşünün ki uyumakla yalnız /Bitebilir bütün acıları yüreğin, /Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. /Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü! /Çünkü, o ölüm uykularında,/ Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, /Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu./ Bu düşüncedir felâketleri yaşanır yapan. /Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına? /Zorbanın kahrına, gururun çiğnenmesine.. William Shakespeare