8 Aralık 2009 Salı

bemol

neşeli bir şarkı dinle. bitince, şarkıdaki her notayı bemole düşür, bir de öyle dinle.bu sefer ağlayacaksın. marifet bemolde.

15 Kasım 2009 Pazar

Akşam

Çimento döküm yerleri yeni yıkanmış, henüz serin, akşamüstünde gri-beyaz bir veranda. Üzerinde muşamba örtüsü ve tabakları tahta bir masa. Masanın üzerinde yarısı yenmiş tabaklar, bitmemiş bardaklarda şarap yanında da su. Akabinde hafif bir keyif uykusu.
Nasıl da yaşanırdı olsaydı bu akşam. Nasıl da serilirdim o hafif sert divana, o sertçe dokunmuş döşemelik kumaşların üstüne. Sonra fasıl sesi uyandırsa mesela yavaştan doğrulsam da kalksam. Bardağın kalanını işte o zaman yudumlasam. Kalan melisa kokusunu ciğerlerime doldurup yaşasam da yaşasam.........................................
i saw daddy today.

24 Ekim 2009 Cumartesi

memleket fablı

Şehirlerin altından koyunları geçireceklermiş, koyunlar her geçisinde şehir sallanacak ve sallanan balkonlarda asılı çamaşırlar yerlere saçılacaklarmış. Memleketi tam bir panik havası saracak ,tüm alacaklılar borçlarını tahsil etmeye , tüm söylenmedik sözler sıkılgan dillerden dökülmeye başlayacakmış. Koyunlar durmadan hızlanacak ve zavallı memleket halkı zelzelelerin en büyüğünü yaşıyor olduklarını sanacaklarmış. Alanlara koca çadırlar kurulup , yorgan-sedirler bahçelere yayılacakmış. Birgün koyunların reisi ueraltından çıkıp kurt edasıyla "BEN ARTIK HEPİNİZİN LİDERİYİM" diyecek ve hükümranlığını ilan edecekmiş. Bunu duyan diğer koyunlar artık yeryüzüne çıkıp koşturabileceklerini düşünecek ve birer birer sokaklara karışmaya başlayacaklarmış. Koyunlar her yerde ve her zamanki hallerinde koşturacaklarmış. Ve lider koyun insan memleketlerinde kurt sıfatını kendine layık görüp kendi gibi koyunlarla bir olup hem insanları kemirmeye hem de inandığı kurt sıfatının ateşlemesiyle yanındaki koyunların etlerini koparmaya başlayacakmış.En sonunda memlekette sadece kendini kurt sanan eli kanlı yaşlı bir koyun kalacakmış..

anlık rahatlık

Gerçek olan birşey yok mu?Bu kadar mı yalnız insanlar ki tatminliği salt dokunuşlarda arıyorlar? Güzel bir öpüşün devamı neden koyu güzelinden uzunundan bir sohbet olamıyor? Hem sevip hem öpemez mi insan? ve öperken de muhakeme yapamaz mı? Muhakemeyi tatlıya bağlayamaz mı? Bağladığını anlatamaz mı? Biraz bekleyemez mi?
Ne güzel yoksa huzurlu evin huzurlu odasında sevebileceğin yürekle bir olmak. Sevebileceğin bedene dokunmak. Ama illa ki kaygı var sonunda, sevebileceğini bile unutturan sessiz kaygı. Sessizliğin kendiis kaygı, kaygının kendisi sessizlik.
İÇİME GİRDİN SEN SEVGİ, YOKMUŞSUN GİBİ DAVRANMAMI BEKLEME BENDEN!

12 Ekim 2009 Pazartesi

bünyesel tepkiler

sessiz sanat atölyesinde, sessiz filmler izleyen, sessiz insan topluluğuna sakin sesiyle sakinleştirici şeyler anlatan akıllı bir kadın şöyle dedi:" mutluluklarımız kabuslarımız olabilir..." bu cümleye ya çok fazla konuşarak ya da susarak tepki verilebilirdi. sustum. içimdeki heyecanlı kadın boynumun sağ tarafından kulağıma uzanıp:"hey,baksana! şişşt sana diyorum! mutluluk kabusa dönüşmeden yakalamak için bu kadar heyecanlanıp aceleye getiriyorum ya herşeyi, anlasana işte. hayır dinleme onu. ya da dinle ama şöyle anla: mutluluğun için heyecanlanmayıp ona ulaşmak için emek vermediğin müddetçe kabustasın,. o haldeyken sen kafana takılıp kalmış bir dolu mutluluk sahnesiyle herkesten çok daha karanlıktasın. sustur şunu!" sağ kulağımı kaşıdım. akıllı kadın önümdeki akıllı adamla konuşmaya başladı . adam film boyunca vodka içip gülen çiftin aslında mutlu olmadıklarını söyleyip "aslında biz onların yalnızlıklarını izledik" dedi. o sırada çakırkeyf kadın midemden yola koyulup yemek borumu kullanarak dilimin üstüne kadar tırmandı:" vodka içip de mutlu olmamak mümkün mü? belkıs? kim bu şapşal allasen?! onu alıp devasa bir votka bardağının en dibine atalım, üstüne en az kendisi kadar iri buzlar boşaltıp mutsuzluklara edevat ettiği, o çok küçümsediği vodkayı boşaltalım. buzların üzerinde kayarak, fasıllar okuyacağından enaz ensesine tokatı yapıştırmayı istediğim kadar eminim. o insanları yalnızlaştıran vodka değil de vodkaya sarılmayı icap ettiren ayıltıcı şeyler olmasın? tekme savur şunun sandalyesine, silkelensin!" yutkundum. araya birilerinin bir zamanlar çekmiş olduğu görüntülerden, kesip doğrayıp birleştirip yeni hikayeler yapmış yine bir zamana ait akıllı beyinlerin filmlerini soktu akıllı kadın. sessiz insan topluluğu sessizce izledi. lambalar tekrar yandığında sağ arkada hafif rahatsız bir kadın sesi yükseldi:" neden kendi sahnelerini yapmamış bu insanlar? ne kadar onların bu görüntüler?!" bunun üzerine beynimden yavaş yavaş inmekte olan en gerçekçi kadınım belirdi gözümün önünde:" belkıs, sorar mısın ona, gün boyunca kaç kez kendi gibi olabiliyor ve kendi sahnelerini sadece kendi iradesiyle yönetip hatta oynayabiliyor? kaç evi sahiplenebildi şimdiye kadar? kaç kokuya benim diyebildi? kaç cümleyi tüm kelimeleriyle kendisi oluşturabildi? bahse girerim; her cümlesinde en az 10 kişinin sesini duyabiliriz. üzerinde de bir o kadar kendine ait olmayan koku. kendi kendini yarattığını sanan insancıklar ne kadar yorucu oluyorlar... daha fazla duramayacağım burada, gidiyorum yerime..." gözlerimi ovuşturdum.

iç-dış

kafamın içini alıp masanın üstüne döktüm ve dizmeye başladım. dizdikçe çoğaldılar, ama kafamın dışında hala yabancılar.
kafamın dışındakileri aldım kafamın içine tıktım, tıktıkça azaldılar ama kafamın içinde ne kadar da zavallılar...

10 Ekim 2009 Cumartesi

kayıp ilanı

dışarıdaki sesleri takip edip desibeli yüksek olana göre hareket etsem yolun sonunda nereye varırdım diye düşünüyorum. önce denize yönelip oradan şehrin içlerine dönerek keskin manevralarla yine yine yine aynı noktaya,rutubetli dar pancar sokağa gelirdim. ne kendimden ne de rutinimden kurtulamıyorum. şuan kendimi kurtulunması gereken sıkıntı verici bir etken olarak görüyorum.
ah ben bir de insancıklardan nasıl da sıkılıyor ve olumsuz enerji alıyorum. zaten az sayıdaki rahatlatıcı olanlarını nasıl da soru işaretlerine dönüştürüyorum hızla. içimdeki iradesiz kadın ;artık sesini kes, artık büyü, artık silkelen, artık elindekinle yetin!
ah bir de dışarıdaki dost adama bir çift söz söylemek gerek. en az içimdeki iradesiz kadın kadar güçsüzsün. bu sen misin yoksa içindekilerden biri mi bilemiyorum ama döv o iradesizi de benim yaptığım gibi.
hissiz bir beden,inançsız bir kalp, kalpsiz bir hayalden ibaret ama rahatlamaya meyilli arada bir kişilik ben. rahatlayalım içimdeki farklı kadınlar,olur mu? hissetmediğimiz kadar da rahatlayalım.
kaybetmek dudaklarda başlıyor,dudaklar değdiğinde dostluklar gümbürtüye mi gidiyor? o zaman en nefret ettiğim organım dudağım olsun. sonra herşeyi göze aldıran, hissiziliğe rağmen devam ettirmek isteyen tenim. ondan da nefret edeyim.
kaybetmek dudakta başlar ve ellerde biter. en son eller dokunur ve bırakır. akabinde derin sessizlik ve kaybedilmesi muhtemel bir koca dostluk kalır.
dostum lütfen beni korkutma. en dostane dostum.

7 Ekim 2009 Çarşamba

3 kadın ,3 an, 3 gereksiz kırılma noktası

çok uzun seneler evvel dünyanın en uzak şehrinin en bilinmeyen kasabasında 3 kadın yaşarmış. bu 3 kadının upuzun koyu kahve saçları, siyaha çalan kahve gözleri ve balık etleri varmış. birbirlerine çok benzerlermiş. hepsi uzun ve gösterişsiz kıyafetler giymeyi sever, asla dikkat çekici renklere bürünmezlermiş. iddiasız sözler söyleyip, münzevi hayatlar yaşarlarmış en az kendileri kadar mütevazı evlerinde... hayattan ufak şeyler bekler, hayatın kendisini bile kendi hayatlarına sokmaz, küçücük dünyalarında yaşar giderlermiş. evleri ,kocaları ve çocukları da sessizmiş.bahçelerindeki hantal köpeklerin havlama seslerini duyanların sayısı pek azmış. kadınlar akşamları aynı saatlerde yemek masasını kurar aynı saatlerde uyurlarmış. zeytinsabunu kokan beyaz,uzun,pazen gecelikleri ve keçe çoraplarını giyer uykuya dalarlarmış. her hafta perşembe geceleri kocalarıyla kısa ve resmi bir şekilde sevişir,5 senede bir doğururlarmış. ellerinde her zaman bir yün çilesi olur, her ay muhakkak bir kazak örerlermiş. evi süpürürken belli belirsiz bir melodi mırıldanıp, yine belli belirsiz gülümserlermiş.

birgün kadınlardan biri aynada kendisini izlerken ne kadar güzel olduğunu farketmiş. önce kaşlarının kavisini beğenmiş, sonra da burnunun kalkıklığını. dudakları da yabana atılır cinsten değilmiş, şekilli ve kendinden emin,pembeye çalan etli dudaklar. kendini ilk defa işte o zaman beğenmiş. ensesinde sıkı sıkı burup tuttturduğu saçlarını yavaşça açmış, saçları omuzlarına döküldükçe hücrelerinin dişiliğini hissetmiş. kendine oracıkta yavaş yavaş bir kadın yaratmış,bu fikre bayılmış. aynanın o gün sihirli olduğunu bile düşünmüş o an. kafasını çevirip başka yöne baktığında sihrin bozulacağını sanmış ve uzun uzun incelemiş görüntüsünü. uzun saçları beline kadar ve yumuşacıkmış.
aynı saatlerde 2. kadın da son yıkadığı tabağı kurularken tabak elinde kaymış ve yere düşmüş. eğilip almaya davrandığında gözüne kuzinenin altında parlayan bir cisim çarpmış. elini uzatıp baktığında bunun zarifçe işlenmiş bir yaka iğnesi olduğunu farketmiş. kime ait olabileceğini düşündüğünde aklına tek kişi gelmiş: o sabah uğrayıp evinin çatısını onarması için kocasına talimatlar yağdıran ifadesiz suratlı,zengin kadın... iğneyi incelemeye koyulmuş, sonra da dayanamayıp sararmış bluzunun yakasına takmış. eski bluzun üzerinde fazlaca sırıtmış olmasına rağmen, pırıldayan yaka iğnesiyle kendisini aynada gördüğünde ister istemez keyiflenip gülümsemiş. gözlerinin de pırlanta kadar parıldadığını görmüş. elini önce iğne üzerindeki kesme pırlanta taşlara, sonra köprücük kemiklerine, oradan zarif uzun boynuna dokundurmuş. kendini elleriyle yeniden şekillendirerek uzun bir zaman aynanın karşısında kalmış.
kasabanın kenar muhitlerinden birindeki 3. kadın, her zamankinden daha sessizmiş o gün.Hesapta olmayan hiçbirşey yaşamamış, hiç bir rutinini atlamamış,yolunda gitmeyen hiçbir durum olmamış. Vakti yaklaşan akşam yemeğiyle ilgilenmek için mutfağa girmiş.Ateşin üzerinde kaynamakta olan günaşırı yaptığı soğan çorbasının tadı o kadar herzamanki gibiymiş ki, bir kaşık aldığında bir öncekinden hiçbir farkı olmayan tat kendisini bile şaşırtmış. kaşığı yavaşça tencerenin yanına bırakırken bu düşünceye takılmış aklı: "kendi kurduğum düzenimin ocağında kendimi eritip kaynatmaktayım ben, ne kadar da aynıyım!" silkelenmiş bir ifadeyle çevresine bakmış, evin her yerini gözleriyle didiklemiş. birgün, bir hafta, bir sene,neredeyse bir asır öncesiyle aynı ev, aynı koku, aynı gölgeler. günün aynı saatinde, aynı duygu-suzluk-lar. aynanın karşısına oturup o da kendisini izlemeye başlamış.kendisine önce o güne ve öncekilere uyanmış olan kadının gözüyle bakmış: "hiç bir aksilik yok". sonra mutfakta bıraktığı düşünceli kadının gözlerini alıp yuvalarına takmış: "ah! düzenime sadıkken bazen o kadar sadık olmuş oluyorum ki, korkuyorum!" o ayna o gün daha bir dolu itirafa şahit olmuş aynı kadından gelen...

3 Ekim 2009 Cumartesi

Var Olmak mı, Yoksa Olmamak mı

Var olmak mı, yoksa olmama mı, bütün sorun bu! /Düşüncemizin katlanması mı güzel, /Zalim kaderin yumruklarına, oklarına, /Yoksa diretip belâ denizlerine karşı /Dur, yeter! demesi mi? /Ölmek, uyumak sadece! /Düşünün ki uyumakla yalnız /Bitebilir bütün acıları yüreğin, /Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. /Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü! /Çünkü, o ölüm uykularında,/ Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, /Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu./ Bu düşüncedir felâketleri yaşanır yapan. /Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına? /Zorbanın kahrına, gururun çiğnenmesine.. William Shakespeare

25 Ağustos 2009 Salı

BULLOPP!!!

küçükken kuzenlerle toplanıp derin ve buz gibi suyu olan bir akarsuya yüzmeye giderdik, akdeniz'de bir yerde.sonra da aynı günleringeceleri çoğunlukla altımıza kaçırırdık üşütmekten. ama burnumuzun dibindeki deniz dikkatimizi çekmezdi de gidip dişlerimizi takırdatan suya girerdik. sonra kenarındaki taşlığa uzanırdık bir kilim serip.yüksekçe bir yerdeydi, ormanın içinde. çamların arasında. sadece su ve ağustos böceği sesi. sudan gelen soğuk, ciğerlerden çıkan sıcak karbondioksit... karışımından buhar.o zamanlarda olduğu gibi yine üzerimdekileri taşlığa fırlatıp buz gibi suya zıplamak var... zıpladığımda çıkan tok ses, derin su sesi. bullop! cumburlop bile değil, direk "BULLOPPP!!"suya değdiğimde yaşadığım anlık ve keskin donma hissi, tüm vücudumun kasılması ..akabinde suya daldığımda gelen tazelik ve soyutlanmışlık. suyun kaldırma kuvvetine küfrettiğim anlar.suyun altında nefes alıyor olabilseydim eğer bin posta altıma kaçıracak kadar uzun kalırdım o suyun altında. uzun kalırım o suyun altında. kalacağım da beynim izin verdiği müddetçe belli ki. su temiz, içinden suya değen dalları görebilirim, gözlerim acımaz. küçük balıklar ayak bileklerime değer o sırada, daha da keyiflenirim. su altında soğuk ama mutlak yaşam. tam şuan çıkarsam da atsam yüzde yüz pamuklu fazlalıkları üzerimden ,açık pencereden atlasam amao suya düşsem... sonra suyn içinden atladığım pencereye alaycı bir bakış atsam... şimdi o su kenarı, o yayla yolu karanlıktır. dominant bir cırcır ses, soğuk bir hava ve su sesi... şimdi orası kapkaranlık ve uyur halde..benim anılarımdan bir iz kalmşsa eğer, işte en yad edilen zamanları şimdi sürmektedir o su...

18 Ağustos 2009 Salı

BOŞLUK

..................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................bu boşluğu mu doldurucam şimdi?

13 Ağustos 2009 Perşembe

bir sabah uyku tutmadığında...gözlem-1

sabahın en uykuya yenik düşen vaktinde eski bir üç katlı betonarme binanın kapısı ağır mtal bir sesle usul usul açıldı. o saatte uyumamayı başaran gözler,kapıdan önce seyyar bir tezgahın pata küte çıktığını gördüler. ardından da beli bükülmüş beyaz suratlı, beyaz elli, açık renk kıyafetli bir yaşlı adamın... adam tezgahı kapının önündeki sokak seviyesiyle bir eski kaldırıma güç bela sürükledikten sonra, tekrar binaya girip zorla taşıdığı çok belli olan siyah büyük pazar poşetini çıkardı. poşetin içinden küçük şeffaf poşetçiklere doldurulmuş bayatlamaya yüz tutmuş olduğu muhtemel karışık şekerler, birbirine yapışmış bonbonlar, kuş lokumları, gofretler çıkardı. hergün aynı eylemi yapmanın verdiği aşinalıkla poşetçikleri tezgahın üzerine teker teker,büyük bir sabırla dizdi.poşeti dikkatlice katladı ve iyice erimiş kemiklerinden dolayı üzerinde neredeyse şalvar gibi duran krem rengi pantolonunun cebine yerleştirdi. tüm bunları dikkatlice izleyen gözler bundan sonra yaşlı adamın dudaklarında hafifçe mırıldandığı güne başlama duasını görür gibi oldular. sakalını sıvazlayıp, takkesinin düzgün yerleştiğine emin olduktan sonra, yaşlı amca tekerlekli tezgahını eski parke taşlı sessiz sokakta yürütmeye koyuldu. bu haliyle hem uykunun baskın ve sessiz hükümranlığını tanımış hem de tanıdığı bu gücü buruşuk ellerinin tersiyle yıllar evvel itmiş gibiydi...

11 Ağustos 2009 Salı

aforizma-3

"kim ne derse desin, mutlu insanın en mutlu anı, uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı, uykudan uyandığı andır. insan hayatı, bir tür hata olmalı." A.Schopenhauer

aforizma-2

"çiçek yanıt verdi: seni aptal! görülmek için mi açtığımı sanıyorsun ? kendi zevkim için açılıyorum, başkaları için değil, çünkü hoşuma gidiyor. aldığım zevk var olmaktan ve açmaktan ibaret." A.Schopenhauer

aforizma-1

"Hayat berbat birşeydir. Hayatımı onu düşünerek geçirmeye karar verdim..."A. Schopenhauer

8 Ağustos 2009 Cumartesi

şopenhavır

schopenhauer tedavisi hakkında romanımsı bir kitap okuyorum. artur şopenhavırrr. (ben böyle okuyorum ama kardeşim anlamamakta ısrar ediyor, "hayır şopenhauer!" şopenhavvırrrrrrrrrr, tedavi olunca belki doğru telaffuz eder hale geliriz) arturun babası ticaret adamıymış, artur da büyüyünce şirketin başına geçsin istermiş, hep bunun için cebelleşmiş de karısını çok fazla kıskandığında bir gece gidip tepeden suya atlamış ve ölmüş. karısı da evropanın en entelektüel mekanlarında ahbap edinip bir de aşk romanları yazmaya başlamış, becermiş de hatun, köşe olmuş. artur da arada kaynamış, filozof ve de psikanalist olmuş.filozofyanalist dedim ben ona kamil koç otobüsünün 45 nömerosunda otururken ve de susurluktan geçerken. tedavi oluyoruz şimdi , çok beğeniyoruz kendisini.

tuzlu tütsülenmiş et

ayağım kumdayken, ağzıma bir koca ağız dolusu tuzlu ve muhtemelen idrarlı deniz suyu kaçırdım. o kadar su kaçtı gitti mideme. midem derişik tuzlu çözeltiden yandı. gözlerim de yandı. kollarım ve bacaklarımı güneşin vurucu ve arsız etkisinden uzak tutmak için bulduğum ufak şemsiye gölgelerine sığındım. benim çin çakması beyazdan dönük solgun renkli tenim mutlu tatil sularını, şımarık ağustos güneşini sevemedi, yadırgadı. kırmızıya dönerek yanıt verdi bana "başbelası gudubet kadın! nereden çıktı tatil? git o karbonmonoksit kokulu şehrine ve de yaşa her kaeamizah filmini tekrar tekrar. beni yakarak, rengimi değiştirerek yepyeni bir sayfa falan mı açaağını sandın? gafil misin acaba? vre sen gafil misinnn? o uzun uçuşan elbise de ne öyle üzerindeki? bana yüzde yüz pamulu iddiasız hafif tshirtlerini geri ver ve düzenimi bozmaktan da biran evvel vazgeç... çık şu sudan. ölmek üzeresin! titriyorsun ayrıca. sabahın bu saatinde tek başına yüzerek tüm denizlerin sahibi olacağını sanıyorsun. hayır gafil hayır.. tüm denizler kapıldı, tüm sulara girildi. sen başkalarının sularında yüzmektesin... "
çok bakmadım çevreye ben. çok aramadım, arasam bulurdum muhakkak o suların da ucunu, aramadım. koluma dilimi dokundurdum taş bir iskelenin ucunda, tuzlu mu tuzlu, yapışkan bir de. tütsülenmiş et gibiydi. çok uzaklarda ışıklar görünüyordu, hay allah! burası dünyanın sonu değilmiş! neye dönücem sırtımı ben o halde: arkamda disko, yanımda disko, tepemde uçaklar, önümde ışıklar...sırtımı tüm bunlara nasıl dönerim dedim, yüzüstü kuma mı yatsam yani? ama kumun altında çürümüş bedenlere giden el yapımı yollar da var. KORKUNÇ! SIRTIMI DÖNECEĞİM YER ÇOK AMA DÖNÜNCE SIRITACAK MANZARA YOK!
kalktım ve çıktım. bitirdim az evvel o tatili. ne tatili! tatil benim neyime...sırtıma...bir de hastalanmış rengi bozuk tenime.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

...KUTLAYALIM, YİNE...

GEÇİCİ DOLGU MADDESİ. DOL-GU MAD-DE-Sİ. AN-LIK HE-VES Gİ-DER-MA-TİK. BEN DE, Dİ-ĞE-Rİ DE. HER-KES Gİ-DER-MA-TİK. NET O-LAN KİM-SE YOK. CE-SUR-CA KO-NUŞ-MA-YI BE-CE-RE-Bİ-LEN TEK Kİ-Şİ YOK. BİR BEN. BEN HEM CE-SUR-CA YA-ZA-RIM HEM CE-SUR-CA KO-NU-ŞU-RUM. BU-NA RAĞ-MEN DOL-GU MAD-DE-Sİ-YİM. BÜ-YÜK BOŞ-LUK-LA-RI DOL-DU-RU-RUM. HE-LE GE-CE ME-LAN-KO-Lİ-LE-Rİ-Nİ Gİ-DER-MEK-TE ÜS-TÜ-ME YOK-TUR. A-MA KA-ZA-RA DOL-DUR-DU-ĞUM YE-Rİ SE-VER-SEM, HİÇ GİT-MEK İS-TE-MEZ-SEM VAY HA-Lİ-ME...!GE-Çİ-Cİ DOL- GU-LAR HAD-LE-Rİ-Nİ Bİ-LE-CEK-LER, ÜS-TE-LE-ME-YE-CEK-LER. SİH-Rİ BOZ-MA-YA-CAK-LAR. NET CÜM-LE-LER DUY-MA-YA-CAK-LAR. 3 GÜN-DE DİŞ-TEN DÜ-ŞE-CEK-SİN.

ağladım

Önce duramadım, ağladım, ağladım, ağladım. ne kadar bekleyen müsibet varsa hepsi uzaklaştı sanki, ne kadar yüz varsa hepsi silindi. garipleşti suratlar, herkesin yüzüne saçma bir endişe oturdu. ben kendi bayramımı yapıyordum o anda, nihayet rahatlıyordum, ama masadakiler üzüldüler. her ağlayan kişi dertlidir.bu doğruysa bile her dertli kişi derdinden ağlar. ben mutlu olmak için ağladım. sonra o kadar güzel ağlamışım ki demek, o kadar samimi; yağmur geldi. ben,yağmur,ağladım gibi oldu, aynı o şiir gibi oldu. yüzümü karanlık ama bulutlu olduğunu görebildiğim gökyüzüne kaldırdım, yanaklarıma taze yağmur değdi, göz yaşından daha ferah. sağa doğru esti rüzgar, su sağa doğru aktı, ben sola doğru sürüklendim ve sonra uçtum. ne korkunç bir huzur. huzur da korkutuyor, bu sefer de bu korkudan ağlasam, ağlarım... güzel olan herşey beni mutlu etti gece. deniz etti, yağmur etti, çay etti, rüzgar etti...

23 Temmuz 2009 Perşembe

blog saat dilimi

neden şaşırıyorsun ??? dur şaşırma hemen: benim bloğumda, bu blogta, FAKAOFO diye bir yerin saat dilimi geçerli. oraya göre işliyoruzzz. şimdi oradaki herkes uyuyor. sizi sessizleştirmenin başka yolu yoktu insanlar. uyandırmayın sakın fakaofo luları.şişşttt....

şarkı programı

şarkı başladı...ilk dakikasında yazdıklarım:
pamuk şeker, araba, yol, hız, açık cam, dışarı sarkmış kol, sigara içen biri, savrulan saçlar, savrulan dudağın kenarına takılan saç,rüzgarın wuuu sesi...
ikinci dakika:
elimi tutup uçurumdan atlayan çocuk, arkamızdan bakan seyyar elmacı, mandolin, gazoz, sıcaktan sıkılmış köpek, köpek tekliyor
üçüncü dakika:
arabaya binmişiz bir şekilde, çocuğun saçı ıslak, mandolinci arka koltuğa binmiş ne güzel de çalıyor, arabanın yerine düşmüş sümkürülmüş mendil, gazoz kapağı cepte, tabela, harfleri düşmüş, palermo'yu haber veriyor ama lermo-sunu okuyoruz, "peh" ler, yadırgamayan mandolinci...
şarkı bitimi:
şarkının birinci dakikasına tekrar başlama..

22 Temmuz 2009 Çarşamba

hece

ben ö-lü-yo-rum a-cı-dan.

21 Temmuz 2009 Salı

ağır metal karanlık

metal tadı vardı, metal kokusu vardı. içindeki demiri eritmiştim sanırım, gittikçe yumuşuyordu. ağır metallerini benim içiM eritmişti, aroması ortaya çıkmıştı. geriye ne kalacağını merak ederken ben, o eriyip gidenlerle huzura eriyordu. o daha da huzur bulmak için devam ediyordu ,ben de metaller tamamen akıp gittiğinde geriye ne kalacağını görmek için. tüm zehirli salgıları salgılanıp giderse belki bir bedenin geriye sadece ruh kalır. o hep inanmak istediğimiz titreşimli beyaz saf ruh. işte o ruhu görebilmek için inatla uğraştım ben o karanlıkta o gün o odada. hava normalden soğuktu ama üşütmüyordu. ama uğraşmadan hareketsiz durduğunda az biraz ürpertiyordu. üşütme potansiyeli olan sana göre tavır takınan havalar. o gece havanın beni üşütmeye hakkı vardı. bunu yapmadı. ama şimdi anlıyorum ki daha kötüsünü yaptı; farkettirmeden üşüttü, bir gün sonra üşüttüğümü anladım vücudumdaki kırgınlıktan, anlamamışım başta. hakkıdır. çok haklısın hava. çok haklısın gece. çok haklısınız.
metallerin gerisinde ne mi buldum? metal kokusu sinmiş bir "ben"...

19 Temmuz 2009 Pazar

eğer 2...

Müziği sevmediysen, koltuk rahat değilse, gördüğün adam bıraktığın adam değilse ama çok fazla çekiyorsa buna rağmen, edepsizsen, içtiğin şey vaadedilen içecek değilse, rüzgar esmiyorsa ve terliyorsan, uykun geliyorsa, merak ettiklerini öğrenemiyorsan, olması gereken şekilde etkilenmiyorsan, olmaması gereken şekilde etkileniyorsan, dokunmak istiyorsan ve kazara dokunuyorsan, özlemediğini sanıyor ama özlediğini farkediyorsan, bir çift çakırkeyf güzel göze bakıyorsan, bu gözler yanlış adamdaysa, sen de güzelsen, garson konuşmayı çokça bölüyorsa, sıksık içten içe sövüyorsan hem garsona hem adama, onu özlediğini hala hala kabul etmiyorsa, özlemediysen mi yoksa?, yoldan sıksık kornalı arabalar geçiyorsa, yan masadan elle tutulur sohbetler duyamıyorsan, oturduğun mekanın ismini bilmiyorsan, taksiyle alelacele gelmişsen, saçların fazla dalgalıysa, çok konuşuyorsan, konuştukça çelişiyorsan... buluşma sakın eski sevgilinle!

17 Temmuz 2009 Cuma

eğer...

karıncalanmanın vücuduna hangi meyveyle gireceğine, bu karıncalanmayı vücudunun hangi bölgesinde hissedeceğine, hissettiğinde bulunduğun topluluktaki hangi surata gülümseyeceğine, gülümsediğinde nasıl karşılık göreceğine, gördüğün karşılıktan dolayı hangi duyguları hissedeceğine, hissettiğin duygulardan hangi yeni duygularla sıyrılacağına, meyveli karıncalarla dolu cüssenle hangi yoldan eve döneceğine, eve döndüğünde yaşadığın o günü hangi meyve tadında bitireceğine karar veremiyorsan eğer, içme o meyveli votkayı!